Konu: *HARİKA HİKAYELER* GÜNCEL KALACAKTIR.*BEKLERİZ.. Gönderim Zamanı: 21-Subat-2010 Saat 22:15
DUA EDEN ELLER
Albrecht Durer, 1471-1528 yılları arasında yaşamış bir ressam. 18 çocuklu bir ailenin resimle ilgilenen 2 erkek çocuğundan biri. İki kardeşin de resme karşı olağanüstü bir ilgileri ve yetenekleri var. Her ikisi de sanat okuluna gidip büyük bir ressam olma hayali kuruyorlar.
Aile ise bu durum karşısında çaresiz. Madencilik yaparak geçinmeye çalışıyorlar ve karınlarını zor doyurabilmekteler. Bu durum karşısında iki kardeş kendi aralarında kura çekmeye ve kazananın sanat okuluna gitmesine, geride kalanın daha çok çalışıp kardeşini okutmasına karar veriyorlar. Albert ve Albrecht arasındaki bu kurada okula giden, dönüşte diğer kardeşi okuması için okula gönderecek ve kendisi de madende çalışacaktı.
Kurayı kazanan Albrecht okula gider ve bütün öğretim görevlilerini kendine hayran bırakarak çok büyük başarılar elde eder. Okulu birincilikle bitirdiğinde yöredeki bütün okullarda ismi bilinmektedir. Ailesi Albrecht onuruna güzel bir yemek verir. Kendisini öven konuşmalardan sonra Albrecht söz alır ve kendisine bu başarıları yaşatan kardeşine teşekkür eder. Şimdi sıranın kardeşinde olduğunu ve okumaya göndereceği kardeşi için madende çalışmaktan büyük gurur duyacağını söyler.
Kardeşinin yanıtı ise; “İmkansız sevgili kardeşim…” şeklindedir. “Seni okulda okutabilmek için çalıştığım senelerde bütün parmaklarım madende defalarca kırıldı. O nedenle kalem tutmam mümkün değil.”
Kardeşinin durumuna hakikaten üzülen Albrecht ise kendisini dünyanın en ünlü ressamları arasına sokan o ellerin, kardeşinin ellerinin resmini çizer.
İşte bütün dünyanın Praying Hands (Dua eden eller) olarak bildiği esas ismi Hands (Eller) olan resim Albrecht Durer'in kardeşinin elleridir.
Şu anda ANKARA Abdi İpekçi Parkını süslüyor..Önünden geçenler bilmesede hikayesini..
için kundağı açtı ve şaşkınlıktan adeta nutku tutuldu!
Anne ve bebeğini seyreden doktor hızla arkasını
döndü ve camdan bakmaya başladı. Bebeğin kulakları yoktu...Muayenehanelerde,bebeğin duyma yetisinin etkilenmediği,sadece görünüşü bozan bir
kulak yoksunluğu olduğu anlaşıldı.
Aradan yıllar geçti,çocuk büyüdü ve
okula başladı.Bir gün okul dönüşü eve
koşarak geldi ve kendisini annesinin kollarına attı.Hıçkırıyordu.Bu onun yaşadığı ilk
büyük hayal kırıklığıydı; ağlayarak
“Büyük bir çocuk bana ucube dedi.”
Küçük çocuk bu kadersizliğiyle büyüdü.
Arkadaşları tarafından seviliyordu ve oldukça da
başarılı bir öğrenciydi.Sınıf başkanı bile olabilirdi;eğer insanların arasına karışmış olsaydı. Annesi,her zaman ona”Genç insanların arasına karışmalısın” diyordu,
ancak aynı zamana yüreğinde derin bir acıma ve şefkat hissediyordu.
Delikanlının babası,aile doktoruyla oğlunun sorunu ile ilgili görüştü;
“Hiçbir şey yapılamaz mı?” diye sordu.Doktor
“Eğer bir çift kulak bulunabilirse,organ
nakli yapılabilir” dedi.Böylece genç bir adam
için kulaklarını feda edecek birisi aranmaya başlandı.
İki yıl geçti.Bir gün babası
“Hastaneye gidiyorsun oğlum,annen ve ben,sana kulaklarını verecek birini bulduk ancak unutma bu bir sır” dedi.Operasyon çok başarılı geçti ve adeta yeni bir insan yaratıldı. Yeni bir görünümüyle psikolojisi de düzelen genç,okulda ve sosyal hayatında büyük başarılar elde etti.Daha sonra evlendi ve diplomat oldu.
Yıllar geçmişti,bir gün babasına gidip sordu :
“Bilmek zorundayım,bana bu kadar iyilik yapan kişi kim?Ben o insan için hiçbir şey yapamadım”
“Bir şey yapabileceğimi sanmıyorum”dedi babası,
”fakat anlaşma kesin,şu anda öğrenemezsin,henüz değil...” Bu derin sır yıllar boyunca gizlendi.
Ancak bir gün açığa çıkma zamanı geldi.
Hayatının en karanlık günlerinden birinde,
annesinin cenazesi başında babasıyla birlikte bekliyordu.Babası yavaşça annesinin
başına elini uzattı;kızıl kahverengi
saçlarını eliyle geriye doğru itti; annesinin kulakları yoktu.
“Annen hiçbir zaman saçını kestirmek zorunda kalmadığı için çok mutlu oldu” diye fısıldadı babası
“. Ve hiç kimse,annenin daha az
güzel olduğunu düşünmedi değil mi?
Gerçek güzellik fiziksel görünüşe bağlı değildir,ancak kalptedir!Gerçek mutluluk gördüğün şeyde değil,asıl görünmeyen yerdedir.Gerçek sevgi,yapıldığı
Delikanlı küçük bir kasabada annesiyle mutlu bir hayat yaşamaktadır. Üstelik birbirlerinin tek varlıklarıdır. Günlerden bir gün kasabaya çok güzel bir genç kız gelir. Fakat genç kızın yüreği kendisi kadar güzel değildir. Gayet kibirli, kendini beğenmiş ve gözü yükseklerde olan bir kızdır bu. Bizim delikanlı da genç kızın güzelliğine kapılmış ve kıza sırılsıklam aşık olmuştur. Günlerce peşinden koşmuş ama kız delikanlıya hiç yüz vermemiştir. Bu arada delikanlının annesi olayın farkına varmış varmasına da hangi güç engel olabilirmiş ki, delikanlı aşık olmuştur bir kere. Ana yüreği dayanamaz ve en sonunda delikanlıyı kıza karşı uyarır. Ne çare, delikanlının gözü kızdan başkasını görmez. Genç ve güzel kız ise delikanlıyı iyice kendisine bağlamış, avucunun içine almıştır. Ana yüreği artık delikanlının böylesine sömürülmesine daya-namaz, son defa oğlunu karşısına alıp konuşmaya çalışır, ama boşa kürek çektiğini anlar. Delikanlı eski delikanlı değildir artık...
Ertesi gün delikanlı, yine genç kızın peşinden koşarken onu ölesiye sevdiğini ve evlenmek istediğini söyler. Kalbi kendisi kadar güzel olmayan kız bu işe bir şart koşar:
– Annenin yüreğini bana getirirsen seninle evlenirim.
Delikanlının gözü aşktan başka hiçbir şey görmediği için, bu isteği düşünmeden kabul eder. Koşarak annesinin yanına gelir ve:
" Senin yüreğin genç kızla birlikte olabilmem için tek yol!" der. Annesi hiç tereddütsüz yüreğini söker ve delikanlıya verir. Delikanlı büyük bir sevinçle genç kıza geri döner fakat yolda ayağı taşa takılıp düşer. İşte o anda hala sıcak olan ana yüreğinden bir ses gelir:
Kaf Dağının ötesindeki masal ülkelerinden birinde, harikalar diyarının kraliçesinin bir bebeği olmuş. Harikalar diyarının koruyucuları olan periler ve periler prensesi, küçük bebeğin beşiğinin etrafına birikmişler.
Kraliçe etrafındaki perilere dönerek şöyle demiş:
“Bu küçük bebeğe en değerli olduğunu düşündüğünüz şeyleri hediye edin!”
Birinci peri uyuyan bebeğe eğilip şöyle demiş:
“Ben sihirli gücümle sana görenin hayran kalacağı bir güzellik armağan ediyorum. Göz kamaştıracaksın!”
İkinci peri şöyle demiş:
“Sana öyle güzel ve derin mavi gözler armağan ediyorum ki, gördüğünü anlayacak, seni göreni büyüleyeceksin.”
Üçüncü periye gelmiş sıra:
“Selvi boylu olacaksın. Senden daha narin bedenli kız olmayacak bu dünyada.”
Dördüncü peri eğilmiş beşiğe:
“Çok zengin olacaksın. Hiçbir sıkıntın olmayacak.”
Periler prensesi, düşüncelere dalmış:
“İnsanların güzelliği geçicidir. Gözlerin, yüzün, vücudun güzelliği çiçeklere benzer. Yaşlanınca geçiverir. Zamanla rüzgâr en biçimli palmiyeleri bile çarpıtır. İnsanlar, zenginliğini kendilerine dağıtmayanlardan nefret eder; hepsini dağıtırsa, kendisi de fakir olur.”
Bu düşünceler içinde:
“Sizin şimdiye kadar bu bebeğe verdikleriniz çok kalıcı olmadı bence” demiş.
Periler:
“Peki ama başka ne verebilirdik ki?” diye sormuşlar.
Periler prensesi:
“Ben ona iyiliği bırakıyorum,” demiş. “Güneşin ne kadar mükemmel ve sıcak olduğunu bilirsiniz, ama onun ısıtacak toprağı olmasa sıcak bir kayadan ne farkı kalır? Kalbin saçtığı iyilik de güneş ışığı gibidir; hayat verir. İyiliğin olmadığı güzellik, kokusu olmayan çiçek gibidir. İyiliğin olmadığı zenginlik, bencillikten farksızdır. İyiliğin olmadığı aşk yok eder, kavurur. Sizlerin armağanları geçiciydi, iyilik ise kalıcıdır. Sonsuz bir kuyuya benzer. Ne kadar çok su çekersen, o kadar çok sulu olur, o kadar bereketli fışkırır. İyilik, dünyada tek tükenmeyen şeydir.”
Sonra, periler prensesi uyuyan bebeğe doğru eğilmiş ve dua etmiş:
Kaf Dağının ötesindeki masal ülkelerinden birinde, harikalar diyarının kraliçesinin bir bebeği olmuş. Harikalar diyarının koruyucuları olan periler ve periler prensesi, küçük bebeğin beşiğinin etrafına birikmişler.
Kraliçe etrafındaki perilere dönerek şöyle demiş:
“Bu küçük bebeğe en değerli olduğunu düşündüğünüz şeyleri hediye edin!”
Birinci peri uyuyan bebeğe eğilip şöyle demiş:
“Ben sihirli gücümle sana görenin hayran kalacağı bir güzellik armağan ediyorum. Göz kamaştıracaksın!”
İkinci peri şöyle demiş:
“Sana öyle güzel ve derin mavi gözler armağan ediyorum ki, gördüğünü anlayacak, seni göreni büyüleyeceksin.”
Üçüncü periye gelmiş sıra:
“Selvi boylu olacaksın. Senden daha narin bedenli kız olmayacak bu dünyada.”
Dördüncü peri eğilmiş beşiğe:
“Çok zengin olacaksın. Hiçbir sıkıntın olmayacak.”
Periler prensesi, düşüncelere dalmış:
“İnsanların güzelliği geçicidir. Gözlerin, yüzün, vücudun güzelliği çiçeklere benzer. Yaşlanınca geçiverir. Zamanla rüzgâr en biçimli palmiyeleri bile çarpıtır. İnsanlar, zenginliğini kendilerine dağıtmayanlardan nefret eder; hepsini dağıtırsa, kendisi de fakir olur.”
Bu düşünceler içinde:
“Sizin şimdiye kadar bu bebeğe verdikleriniz çok kalıcı olmadı bence” demiş.
Periler:
“Peki ama başka ne verebilirdik ki?” diye sormuşlar.
Periler prensesi:
“Ben ona iyiliği bırakıyorum,” demiş. “Güneşin ne kadar mükemmel ve sıcak olduğunu bilirsiniz, ama onun ısıtacak toprağı olmasa sıcak bir kayadan ne farkı kalır? Kalbin saçtığı iyilik de güneş ışığı gibidir; hayat verir. İyiliğin olmadığı güzellik, kokusu olmayan çiçek gibidir. İyiliğin olmadığı zenginlik, bencillikten farksızdır. İyiliğin olmadığı aşk yok eder, kavurur. Sizlerin armağanları geçiciydi, iyilik ise kalıcıdır. Sonsuz bir kuyuya benzer. Ne kadar çok su çekersen, o kadar çok sulu olur, o kadar bereketli fışkırır. İyilik, dünyada tek tükenmeyen şeydir.”
Sonra, periler prensesi uyuyan bebeğe doğru eğilmiş ve dua etmiş:
Dünyadaki her türlü kötülüğün sorumlusu olarak gösterilen şeytanın yolu bir köye düşmüş, sırtını bir ağaca dayamış ve buzağısı kazığa bağlı olan ineği sağan genç bir kadını uzaktan izlemeye başlamış.
Şeytan, kadını epeyce izledikten sonra buzağının ipini biraz gevşetmiş. Buzağı da annesinin sağılmasını aç karnına izlemeye daha fazla dayanamamış, debelendikçe boynundaki ip biraz daha gevşemiş ve sonunda hepten çözülmüş. Koşarak annesini emmeye giden buzağı, süt kovasına çarpmış ve bütün sütler yere dökülmüş. Sağdığı süt ziyan olunca siniri tepesine çıkan genç kadın, eline geçirdiği odunu buzağının kafasına vurmuş, yavru kan içinde yere yıkılmış. Yavrusuna saldırıldığını gören inek bir tekmede kadını öldürmüş. Uzaktan geçmekte olan kadının kayınpederi, ineğin gelinini öldürdüğünü görüp, elindeki tüfekle ateş ederek ineği öldürmüş. Silah sesini duyan koca koşup gelmiş. Karısını yerde cansız yatar, babasını da elinde tüfekle görünce, silahını çekip tek atışta babasını öldürmüş.
Kısa bir süre sonra gerçeği öğrenen genç adam bu kadar acıya dayanamayacağını düşünüp bir kurşun da kendi kafasına sıkarak canına kıymış.
Şeytan gülerek,"Şimdi herşeyin sorumlusu olarak beni görürler, buzağının ipini gevşetmekten başka ne yaptım ki ben" demiş...
Devesiyle birlikte çölde yürümekte olan bir bedevi, güçlükle yürüyen,
susuzluktan dudakları kurumuş bir adama rastlamış. Adam bedeviyi
görünce su istemiş.Devesinden inmiş ona su vermiş. Suyu içen adam
birden bedeviyi iterek deveye atladığı gibi kaçmaya başlamış.
Bedevi arkasından bağırmış:
- “Tamam, deveyi al git ama senden bir ricam var. Sakın bu olayı kimseye anlatma!”
Bu isteği tuhaf bulan hırsız biraz duraklayıp, nedenini sormuş...
Bedevi de :
- “Eğer anlatırsan, bu her yere yayılır ve insanlar bir daha çölde muhtaç birini görünce yardım etmezler.”
MENFAATİMİZE GÖRE DEĞİL, VİCDANIMIZA GÖRE YAŞAYACAĞIMIZ BİR HAYAT DİLEĞİYLE...
Genç bir çift, yeni bir mahalledeki yeni evlerine taşınmışlar. Sabah kahvaltı yaparlarken, komşu da çamaşırları asıyormuş. Kadın kocasına ' Bak, çamaşırları yeterince temiz değil, çamaşır yıkamayı bilmiyor, belki de doğru sabunu kullanmıyor. ' demiş. Kocası ona bakmış, hiçbir şey söylememiş, kahvaltısına devam etmiş.
Kadın, komşusunun çamaşır astığını gördüğü her sabah aynı yorumu yapmaya devam etmiş.
Bir ay kadar sonra, bir sabah, komşusunun çamaşırlarının tertemiz olduğunu gören kadın çok şaşırmış 'Bak' demiş kocasına ' Çamaşır yıkamayı öğrendi sonunda, merak ediyorum, kim öğretti acaba ?'
'Ben bu sabah biraz erken kalkıp penceremizi sildim' diye cevap vermiş kocası.
Hayatta da böyle değil midir?
Başkalarını izlerken gördüklerimiz, baktığımız pencerenin ne kadar temiz olduğuna bağlıdır. Birini eleştirmeden ve hemen yargılamaya davranmadan önce zihin durumumuza bakmak ve 'iyi' olanı görmeye hazır olup olmadığımızı fark etmek güzel bir fikir olabilir..
Kadın her sabah olduğu gibi o günde beyaz değneği ve el yordamı ile otobüse binmişti. Şoför : -Soldan üçüncü sıra bos hanımefendi, dedi. Kadın
32 yasında güzel bir bayandı ve esi oldukça yakışıklı bir hava subayı
idi. Bundan birkaç ay önce yanlış bir teşhis sonucu gerçekleştirilen
ameliyatla gözlerini kaybetmişti genç ka...dın ve asla göremeyecekti. Kocası
ameliyattan sonra acı gercegı öğrenince yikilmis ve kendi kendine bir
söz vermisti. Asla karisini yalniz birakmayacak, ona sonuna kadar
destek olacak, kendi ayaklari üzerinde durana kadar cesaret verecekti. Günler
geçiyordu. Kadin her geçen gün kendini daha kötü hissediyor, çok
sevdigi kocasina yük oldugunu düsünüyordu. Esinin bu içine
kapanik,karamsar hali kocayi çok üzüyordu. Bir an önce bir seyler
yapmasi gerekiyordu, karisi günden güne kendi içine kapanik dünyasinda
kayboluyordu. Bütün gün düsündü koca nasil yardim edebilirim
güzeller güzeli esime. Birden aklina esinin eski isi geldi. Geri
dönmesini isteyecekti. Ama bunu ona nasil söyleyecekti, çünkü artik çok
kirilgan ve nesesizdi. Bütün cesaretini toplayarak aksam karisina
konuyu asti. Karisi dehsetle gözlerini asti. - Ben bunu nasil yaparim ben körüm, diye bagirdi. Kocasi
ona destek olacagini her sabah ise onu kendisinin birakacagini ve aksam
alacagini ve ona çok güvendigini söyledi. Çünkü esini taniyordu ve bunu
basarabilecegini biliyordu. Kadin büyük bir umutsuzlukla kabul etti çünkü esini çok seviyordu ve onu kirmak istemiyordu. Her
sabah esini isine birakiyor ve aksamlari aliyordu fedakar koca. Günler
böyle ilerledi karisi eskisinden biraz daha iyiydi. Fakat kocasi daha
fazlasini istiyordu , kendisine söz vermisti sonuna kadar gidecekti. Aksam
karisina: - Artik ise kendin gidip gelmelisin, dedi,. Kadin sasirmisti.
Bunu asla yapamayacagini söyledi. Kocasi israr edince onu yine kiramadi
ve bütün cesaretini topladi bunu kendisi de istiyordu ama o kadar
güveni yoktu. Sabahlari kadin artik otobüs duragina kendisi gidiyor, otobüsüne biniyor ve otobüsten inerek isine gidebiliyordu . Günler günleri kovaladi hiçbir problem yoktu. Yine bir gün otobüse binerken, soför : - 'Sizi kiskaniyorum, hanimefendi' dedi. Kadin kendisine söylenip söylenmedigini anlayamadan, neden , diye sordu.
Soför:
- Çünkü her sabah sizin arkanizdan bir hava subayi genç adam otobüse
biniyor ve bütün yol boyunca sevgi ile size bakiyor, otobüsten indikten
sonra yesil isikta yolun karsisina geçmenizi bekliyor siz binaya
girdikten sonra arkanizdan öpücük yollayip size her gün sevgiyle el
salliyor , dedi."
mutluluk paylaştıkça çoğalır,acı ve hüzün paylaştıkça azalır! SBB
‘- Bardağı tartmadıkça, gerçekten ben de bilemem. ’ dedi profesör ve ardından ekledi:
‘- Ama, benim asıl sorum şu: Bu bardağı böyle birkaç dakikalığına tutsaydım ne olurdu?’
'- Hiçbir şey' ...diye cevap verdi, öğrenciler.
‘- Tamam peki, bir saat boyunca tutsaydım ne olurdu?’ diye sordu, profesör bu defa.
‘- Kolunuz ağrımaya başlardı’ diye, öğrencilerden biri cevaplandırdı.
‘- Haklısın, peki şimdi ben bir gün boyunca bardağı elimde tutsam ne olurdu?’
‘- Kolunuz iyice ağrır; kas spazmı, batar vs gibi sorunlar yaşardınız ve hastaneye gitmek zorunda kalırdınız!’ dedi bir öğrenci; diğer öğrencilerden de, çeşitli yorumlar yapanlar oldu.
‘- Peki, tüm bunlar olurken, bardağın ağırlığı da değişir miydi?" diye sordu profesör.
‘- Hayır..’ diye cevap verdi öğrenciler.
Profesör tekrar sordu:
‘- O zaman, kolumun ağrımasının ve kas spazmının sebebi ne olabilirdi?’
Öğrenciler, bulmaca çözmeğe çalışır gibi düşünmeye başladılar. Cevapları gecikince;
‘- Acıdan ve ağrıdan kurtulmak için ne yapmam gerekirdi bu durumda?’ diye profesör sordu.
‘- Bardağı bırakmalıydınız..’ dedi, öğrencilerden biri.
‘- Doğru!’ dedi profesör ve ilave etti:
‘- Hayatın problemleri de işte böyle bir şeydir. Onları kafanızda birkaç dakika tutarsınız. Bir sorun yokmuş gibi görünür. Uzun bir süre düşünürseniz, başınız ağrımaya başlar.
Daha uzun düşünürseniz, artık sizi bitirmeye ve hiçbir şey yapamamanıza sebep olur.
Hayatınızdaki mücadeleleri ve problemleri düşünmek gerekir; fakat insan onları her günün sonunda, uyumadan önce, bu hikâyedeki bardağı elden bırakır gibi bırakmalıdır.
Bu şekilde strese girmez ve her gün taze bir beyin ile uyanır ve her konuyla ve yolunuza çıkan her mücadele ile başa çıkabilecek güçte olursunuz!
Bir
zamanlar, iki ayrı ülke amansız bir rekabete tutuşur..! İki ülkeden
birinin halkı, karşı tarafa kendi ülkelerinin zenginliğini, kesin bir
şekilde göstermek ister !..Kolay, ama etkileyici bir şey yapılmalı
düşüncesiyle, şehrin ortasına içi süt dolu büyük bir havuz yapılmasına
karar verilir..Gece, herkesin bir kova... süt getirip, h...avuza
dökülmesi düşünülür, herkese bu fikir cazip gelir..Kararlaştırılan
gece, ahali götürdüklerini havuza boşaltırlar..Ne var ki, sabah
olduğunda, ortada içi süt ile değil, dupduru su ile dolmuş bir havuzla
karşılaşırlar..! Çünkü herkesin, aynı şekilde düşünmüş olması ortaya
çıkar ; Bu kadar insan içinde yalnız ben, süt yerine bir kova su döksem
ne fark eder ki, kim fark edebilir bunu !..Bilge bu olayı kitabına
aldığı sayfaya kendi notunu da düşer ; Hayatın içinde fark etmez, fark
edilmez denilen hiçbir şey yoktur..! Fark oluşturanlardan olmanız
dileğiyle.
yolda ilerlerken, bir bisikletlinin çarpmasıyla yere yuvarlanmış ve hafif yaralanmış.
Sokaktan geçenler yaşlı beyi hemen en yakın sağlık birimine ulaştırmışlar.
Hemşireler, önce pansuman yapmışlar ve 'biraz beklemesini ve röntgen çekerek her hangi bir kırık veya çatlak olup olmadığını inceleyeceklerini' söylemişler.
Yaşlı bey huzursuzlanmış; "acelesi olduğunu,
röntgen istemediğini" söylemiş.
Hemşireler merakla acelesinin nedenini sormuşlar.
"Eşim huzur evinde kalıyor.Her sabah birlikte kahvaltı etmeye giderim, gecikmek istemiyorum" demiş.
"Eşinize haber iletir gecikeceğinizi söyleriz" deyince.
Yaşlı adam üzgün bir ifade ile
"Ne yazık ki karım Alzheimer hastası hiç bir şey anlamıyor,hatta benim kim olduğumu dahi bilmiyor" demiş.Hemşireler hayretle
"Madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor neden hergün onunla kahvaltı yapmak için koşuşturuyorsunuz?"diye sormuşlar.
Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum. Işığı gördüm, korktum. Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim. Karanlığı gördüm, korktum. Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi. .. Ağladım.
Yaşamayı öğrendim. Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu; aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar... olduğunu öğrendim.
Zamanı öğrendim. Yarıştım onunla... Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...
İnsanı öğrendim. Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu... Sonra da her insanın içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.
Sevmeyi öğrendim. Sonra güvenmeyi... Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu, sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.
İnsan tenini öğrendim. Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu.. . Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.
Evreni öğrendim. Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim. Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek Gerektiğini öğrendim.
Ekmeği öğrendim. Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini. Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.
Okumayı öğrendim. Kendime yazıyı öğrettim sonra... Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...
Gitmeyi öğrendim. Sonra dayanamayıp dönmeyi... Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...
Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yasta... Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım. Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine vardım.
Düşünmeyi öğrendim. Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim. Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.
Namusun önemini öğrendim evde... Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu; gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.
Gerçeği öðrendim bir gün... Ve gerçeğin acı olduğunu... Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da "lezzet" kattığını öğrendim.
Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.
Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla severim. Olur ya ... Kalp durur ... Akıl unutur ... Ben dostlarımı ruhumla severim. O ne durur, ne de unutur ...
Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.
Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla severim. Olur ya ... Kalp durur ... Akıl unutur ... Ben dostlarımı ruhumla severim. O ne durur, ne de unutur ...
Kapalı Foruma Yeni Konu Gönderme Kapalı Forumdaki Konulara Cevap Yazma Kapalı Forumda Cevapları Silme Kapalı Forumdaki Cevapları Düzenleme Kapalı Forumda Anket Açma Kapalı Forumda Anketlerde Oy Kullanma