Taki Akkuş
ÇOCUK SIRRI
Bilinçaltının bu el değmedik uçsuz bucaksız diyarına dalmak için daha başka bilim dalları ve düşünceler gereklidir. İnsanları kökenlerinden başlayarak incelememizde ve çocuk ruhunun gelişmesini, çevresine gösterdiği tepkilerle izleyip, ruhu karanlığa ve çarpıklığa iten gizli mücadeleleri belirlememizde belki bilim dalları bize yardımcı olacaktır.
Küçük yaşta çocuğun mücadelesi, insanla o andaki çevresi arasında değil, çocukla anası ve daha genel olarak da bir yetişkin arasındadır. Bu gözle görülmeyen çocuğun dünyasındaki çatışma, çoğu zaman çeşitli hastalıkların nedenine belirti olarak kabul edilmiştir.
İster bedensel ister zihinsel olsun, bir hastalığın tedavisinde in-sanın çocukluğunda olup bitenlerin hesaba katılması gerektiği herkesçe bilinmektedir. Kökü çocukluğa dayanan bu hastalıklar genellikle tedavisi güç ve ağır hastalıklardır. Bunun nedeni de, yetişkinin yaşam örgüsünün, ilk yıllarda çocuklar üzerinde büyük etkiler bırakmış olmasıdır.
Çocuk zaten çocukluğunu yaşamakta olduğundan, çocukluğunda yer almış bir olayı hatırlanmaya zorlanamaz. Dolaysıyla çocuklarla uğraşırken; konuları derinlemesine incelenirken, gözlemlemeye çok ihtiyaç vardır. Bu gözlemler ruhsal bir incelemeyle yapılmalı. Çocuğun yetişkinlerle, genel sosyal çevresiyle olan çatışmalarını bulmayı amaçlamalıdır.
Böyle bir yaklaşım bizi psikanaliz kuram ve tekniklerinden uzaklaştırarak, çocuğu kendi çevresi içinde gözlemleme diye özetleyebileceğimiz yeni bir alana ittiği besbellidir.
Böyle bir gözlemleme, maraz bir zihin illetlerinin derinliğine inceleme yapmanın güçlüklerinden bizi kurtararak, insan yaşamı geçeklerinin, çocuğun ruhundaki yansımalarını kavrama göreviyle yükümlü kılacaktır. Aslına bakılırsa bu işlem, doğum anında başlayacak, yaşamın tümünü kucaklayacaktır. Bunun için insan ruhunun, serüvenlerinin tarihi henüz yazılmamıştır.
Çocuğun bilinmedik duygu ve düşüncelerini, ıstıraplarını incecik ruhunun içine düştüğü anaforları, doğanın çizdiği amaca ulaşmadaki başarısızlığı ve bilinci altında; düzeyce daha da altında, anormal bir benliğin önünde büyüyüşünü resimlendiren bir kimse henüz olmamıştır.
Öğretmenin buradaki görevi çocuğun yapısı doğrultusunda hareketle onu topluma yararlı hale getirecek çağdaş bir insan yaratmak olacaktır.
Türkçe, Türk ulusunun bireyleri arasındaki anlaşmayı sağlar. Bu nedenle kişinin gerek sözle anlatımlarında, gerekse yazılı araç ve gereçlerde faydalanmada en büyük etken okuma ve yazmadır. Bu durum çocuğu, yani öğrenciyi gereği gibi öğretime bağlar. Bunu böyle düşünürken görevimiz tüm güçlerimizi harcamamıza ve tüm benliğimizi vermemize layık olan bir görevdir. Çünkü bu, büyük ve asil bir görevdir.
Türkçe dersinin ilke ve amaçlarını yerine getirebilmek için; İlk okuma yazma öğretiminde araç olarak seçilen, okuma parçaları aracılığı ile Türk dilini bütün özellikleri ile öğrenciye tanıtmaya ve bu yolda onların görüş açılarını genişleterek, ulusal ve manevi değer duygularını geliştirmeye çalışılır.
Türkçe dersinin önemli özelliklerinden biri de, okuma yazmayı öğretmeyi amaç edinen bir ders olmakla birlikte, öteki derslerle bir bütünlük sağlamasıdır.
Bir çocuğun okuma yazma öğrenmeye başlaması, yaşı ve daha sonraki yaşamı için önemli ve nazik bir olaydır. Çocuk, okuma ile en büyük bilgi edinme yolunu, yazma ile de anlatım yolunu kazanacaktır. Bunların önemini çocuk daha önceden duyar ve okuma yazmaya heves eder. İşte bu heves ve bu güç öğretmenin en büyük yardımcısı olur.
Öğretmen, bu önemli işe başlamadan önce, gerek çocuk, gerekse öğretim metodu üzerinde gerekli bilgileri edinmiş, hazırlıkları yapmış olmalıdır.
Taki Akkuş